Güneş… Bir yerden başlamalıyım ama nereden? Işık diye tek bildiğimiz şey oydu uzun zaman önce…

Şimdi ise daha farklı sanki anlamı. Geçmişe nispet yapar gibi özgürce yaşadığımız duyguların en klişe, ama belki en hoş anları onunla güzel: Bir tepenin üzerinde çimlere oturup onun batışını izlemek sevdiğinizle beraber, bazen bir ömrün feda edilebileceği kadar güzel olmadı mı? Bulutların renk cümbüşüne mi, sevdiğinizin gözlerine mi bakacağımızı bilmediğimiz anlarda, kim düşünür ki onun beş milyar yıldan uzun suredir orada olduğunu?

Evet, beş milyar yıl olmuş, Güneş her gün ısrarla doğup, ısrarla batmayı sürdürüyor. Oysa eskiden daha hızlıymış Güneş, sonra dünyanın dönüşü yavaşladıkça bugünkü 24 saatlik dönüş düzenine oturmuşuz. Aslında gittikçe de yavaşlıyor Güneş’in doğuşu…

Güneş

Öğle sıcağında, hele bir de yaz ortasındayken Güneş’in altında kalınca hissediyor insan “sıcak” denen şeyin ne olduğunu. Eğer atmosferimiz çok daha ince olsaydı Güneş, Dünya yüzeyini ortalama 100 santigrat dereceye kadar ısıtacaktı. Bu garip geliyor bana; uzakta, çok uzakta bir yıldız var ve bu yıldız bizi kavuracak kadar çok ısı gönderiyor.

Garip geliyor dedim ama o kadar da garip değil bu. Güneş bizden 150 milyon kilometre kadar uzaklıkta. Zaten kendi yüzey sıcaklığı da 5400 santigrat derece kadar. Gerçi o kadar uzaklıktan 5400 derecelik sıcaklığın bize çok daha az bçimde ulaşması lazım ama, sıcaklığın kaynağı yüzey değil ki…

Güneş’in çekirdeğinde oluşuyor bu ısı. yüzde75’inden fazlası hidrojenden oluşan Güneş’in çekirdeği epeyce yüksek basınca sahip. Bu basınç, hidrojen atomlarını birbirine çok fazla yakın olmaya zorluyor. Bir noktadan sonra da atomlar birleşmeye başlayıp enerji yayıyorlar. Bilirsiniz, iki hidrojen atomu birleştiği zaman helyum meydana geliyor. Bir helyum atomunun ağırlığı ise kendisini oluşturan iki hidrojen atomundan birazcık daha düşük… İşte, aradaki o kayıp ağırlık, enerji olarak yayılıyor.

Ne demiştim, Güneş’in içinde basınç ve yoğunluk çok fazla. Hatta o kadar fazla ki, çekirdekte oluşan enerjinin dışarıya çıkması binlerce, milyonlarca yılı buluyor. Çekirdekteki birleşme sonucu ortaya çıkan enerjiyi taşıyan fotonlar binlerce yıl boyunca zigzaglar çizerek dışarı çıkmaya çalışıyorlar. En nihayetinde yüzeye vardıklarında ise, o kadar zamandır özlem duydukları kendi hızları, yani ışık hızı ile uzaya yayılmaya başlıyorlar.

İşte, Dünya’da bizi ısıtan sıcaklık, doğduktan sonra yüzeye ulaşabilmek için binlerce yıl uğraşan bu fotonlardan kaynaklanıyor. Bunca zahmetin bir ödülü olmalı elbette: Fotonlar Güneş yüzeyine ulaşıp serbest kaldıktan ortalama sekiz dakika sonra Dünya’ya geliyorlar. Tabii foton garip bir isim. Biz ona ışık diyoruz; daha kolay, daha anlaşılır.

Binlerce yıl boyunca farklı anlamlar yükledikten sonra artık biliyoruz ki, Güneş bir yıldız. Diğer yıldızlardan en önemli farkı bizim yıldızımız olması, bize hayat vermesi. Zaten sadece bu, onu çok özel kılmaya yeter de artar bile…

Bir yıldız Güneş; küçük bir yıldız. Ama siz yine de küçük dediğime bakmayın. Bu yorumu, yıldızları büyükten küçüğe doğru sıraladığımızda yapıyoruz. Yıldızlar kütlelerine göre sıralandıklarında, bizimki “sarı cüce” diyebileceğimiz bir kategoriye giriyor. Bu kategorideki bir yıldızın ortalama yasam suresi 10 milyar yıl kadar.

Güneş’e sarı cüce dedik de, diğer yıldızlar ne peki?

Geceleri gökyüzüne bakınca binlerce yıldız görüyoruz. Tabii eğer büyük şehirlerde yaşıyorsak bu kadarını görmemiz mümkün değil. Neyse, küçük bir kasabada yaşadığımızı farz edip o gökyüzündeki binlerce yıldıza baktığımızda bir şeyi bilmemiz gerekiyor. Gökyüzündeki yıldızların hemen hemen hepsi, bizim Güneşimizden büyük ve daha parlaklar. Çünkü onlarca, yüzlerce ışık yılı uzaktalar ve o kadar uzak bir yıldız eğer Güneş büyüklüğünde ise, pek parlak görünmeyecek, Dünya’dan fark edilemeyecek. Güneşimiz büyüklüğünde olup da Dünya’dan görülebilen sadece birkaç yıldız var.

Bunu duyup onu küçük görmemek lazım. Çünkü içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi’nde, her 100 yıldızdan sadece 10 tanesi Güneş’ten daha büyük kütleye sahip. Yani, Samanyolu’ndaki her 100 yıldızdan 90 tanesi bizim yıldızımızdan küçük. Bu küçük yıldızlar hem soluk, hem de bize çok uzak oldukları için onları çıplak gözle göremiyoruz. Eğer görebilseydik, gökyüzü geceleri ışıl ışıl olurdu. Fakat talih işte; biz Samanyolu’nun dış kenarında bir yerdeyiz ve buralarda yıldız yoğunluğu oldukça az.

kucuk-kiz-gunes

Güneş büyüklüğünde bir yıldızın 10 milyar yıl kadar yaşadığından söz etmiştik. Bizim yıldızımız ise beş milyar yaşında. Yani ömrünü yarılamış durumda. Yarılamış yarılamasına da, daha bir beş milyar yıl boyunca bugün olduğu gibi parlamayı sürdürecek. Belki birkaç milyar yıl sonra parlaklığı artacak, ortalığı fazlasıyla ısıtacak ama, o zamana kadar bize hayat vermeyi sürdürecek.

Sonrasında ne olacağı da hemen hemen belli gibi: Merkezindeki hidrojen yavaş yavaş azalıyor… Dile kolay, her saniye yaklaşık dört milyon ton kütle kaybediyor Güneşimiz. Yukarıda küçüktür, cücedir falan dedim ama, düşünün artık ne kadar büyük olduğunu: Dünya dediğimiz şey, çapı 12 bin kilometre olan küçücük bir küre. Yanına Güneş’i getirdiğimizde misket kadar kalıyor, çünkü Güneş’in çapı tam 1 milyon 400 bin kilometre! Üstelik bu sıkıştırılmış, yoğun hali ile… E bu durumda saniyede dört milyon ton kütle kaybetmesinin biricik yıldızımızı pek etkilememesine şaşmamalı.

Sadede geleyim, Güneş bir gün yakıtını yani çekirdeğindeki hidrojeni bitirecek. Artık içinde enerji üretilmez hale gelecek. Enerji üretimi durunca daha da sıkışmaya başlayacak, daha da yoğunlaşacak. Çünkü kütle çekiminin neden olduğu bu sıkıştırmayı durduran, yani Güneş’i içten dışarı doğru iten nükleer tepkimeler son bulacak. İçindeki hidrojeni bitirip helyuma dönüştürmüş olan Güneş sıkıştıkça, helyum ısınmaya başlayacak ve bir süre sonra helyum çekirdekleri birleşerek karbon ve berilyuma dönüşmeye ve ortaya çıkan büyük enerji Güneş’in dış katmanlarını itmeye başlayacak…

Güneşin katmanları; (1) Çekirdek, (2) Işınımsal Bölge, (3) Konveksiyon Katmanı, (4) Fotosfer, (5) Kromosfer, (6) Korona, (7) Güneş Lekeleri, (8) Granüller, (9) Prominanslar

 

Güneş’imiz böylece büyümeye, şişmeye başlayıp bugünkü halinden 100 kat daha fazla genişleyip kırmızı dev denen döneme girecek. Yani yüzeyi, Dünya’yı da içine alacak kadar genişlemiş olacak. İşte o zaman sanırım sevgili ile Güneş’in doğuşunu izlemek pek güzel olmaz…

Bütün bunlar 4-5 milyar yıl sonra olacak şeyler elbette. O gün insanlık burada olur mu bilmem. Belki yok olmuş, belki de buralardan çoktan gitmiş oluruz. Bu kısmın cevabı herkese göre değişik. Ama tek bildiğim, onun burada olmaya devam edeceği, hem de çok uzun yıllar boyunca; öyle uzun ki, ne ben, ne çocuklarım, ne de onların yüzlerce kuşak sonrası onun yokluğunu göremeyecek…

Ve herkes, Güneş’in batışındaki o muhteşem güzelliği görmekten hoşlanan herkes, sevdiklerinin kollarında bu güzelliği izleyebilecek. Öyle, ya da böyle…

Zafer Emecan