İnsanlar binlerce yıl boyunca “nereden geldik” sorusuna cevap aramak için gökyüzünü gözlemleyip yıldızların ve gök cisimlerinin hareketlerini izlediler. Hiçbir gözlem aletine sahip değillerdi ve tüm bu yıldızların, ayın ve güneşin insanları izleyen tanrıların görüntüleri olduğunu düşünüp onlara tanrısallık eklediler.
Yeryüzünü saran uzaya gökkubbe adını takıp yıldızları bu kubbe üzerinde dünyayı izleyen tanrılar olarak düşündüler. Aya ve güneşe kutsallık yükleyip onlara tapındılar, adaklar sundular.
Yıldızların hareketlerininin kişiler üzerinde etkileri olduğunu düşünerek burçlar oluşturdular. Her burcun insanlar ve yeryüzü üzerinde farklı etkileri olduğu inancıyla gelecek tahminlerine giriştiler. Kendilerine dünyayı merkez aldılar ve onu gökkubbenin yani evrenin merkezine yerleştirdiler.
İnka ve Maya gibi eski uygarlıklarda yüzbinlerce insan, yıldızlar biçiminde kendini gösteren “gökteki tanrılar”ı memnun edebilmek için hunharca katledildi. Bu toplulukların “din adamları” aynı zamanda birer astronomdu. Güneş ve Ay tutulmalarını hesaplayıp, tam o tarihlerde halkı meydanlara topluyor, tanrıların kızgınlığını birinci elden görmelerini sağlıyorlardı. Bu şekilde gücü ellerinde tutarak halkı korkuyla yönetiyorlardı.
Daha akıllı olanlar, Ay ve Güneş tutulmalarının zamanlarını “matematik” yoluyla hesaplayıp bu tarihlerde dinsel törenler düzenleyerek onlara mucizeler gösterdiler. Bu mucizeler yoluyla toplumların inançlarını kullanarak onları yönlendirdiler.
Bu şekilde binlerce yıl geçti…
Bir gün, bundan yaklaşık 500 yıl önce gökyüzüne baktığında “Güneş neden tutuluyor?” diye sormayı bırakıp “Güneş nasıl tutuluyor?” sorusunu sormaya başlayan birkaç bilim adamının, insanlığın binlerce yıllık gelişimini ve düşünme şeklini kökten değiştireceğinden haberi var mıydı, bilmiyorum.
Galileo, Kepler, Kopernik gibi bilim insanları gökyüzünü “nasıl oluyor?” diye sorgularken; evrenin merkezinde olmadığımızı, Güneşin etrafında dönen gezegenlerden biri olduğumuzu keşfettiler. İnançlarını sorgulamayı kabul etmeyen bağnaz bir topluma ve bu toplumu yönlendiren din adamlarının tehditlerine kulak asmadan eserler yazdılar ve bu eserlerini diğer bilim insanlarına sundular.
Bu gerçekleri ilk kez onlar farketmemişti, geçmişte birçok zeki insan ve toplum gezegenimizin yuvarlaklığını, Güneş çevresindeki dönüşünü, Ay ve Güneş tutulmalarının nasıl gerçekleştiğini keşfetmişti. Ancak bu bilgiler yaşadıkları toplumun içinde, yerel düzeyde kaldı ve sonradan kayboldu. Ama orta çağ bilginlerinin çabaları sayesinde ilk kez bu gerçekler yerel düzeyde kalmaktan kurtuldu, belli bir sistematiğe oturtuldu ve insanlığın geneline yayıldı.
İslam toplumu içinden çıkmış önemli astromlardan biri olan Biruni’nin Ay tutulmaları üzerine yapmış olduğu bir çizim.
Dünyanın o kadar da özel bir konumda olmadığı gerçeği inanç çevreleri tarafından yüzyıllar boyunca reddedildi. Fakat, bilimsel gerçeklerden kaçabilmek mümkün değildi. Bir kesim, yavaş yavaş bu bilimsel gerçekler ışığından din adamlarının kendilerine dayattığı hayatı sorgulamaya, “neden” yerine “nasıl” demeye başladılar.
Dünyanın yuvarlaklığı kanıtlandı, kütleçekim yasaları keşfedilerek yıldızların, ayın ve güneşin hareketleri açıklığa kavuşturuldu. Bilimin doğanın işleyişini anlamalarına yardımcı olduğunu gören pek çok insan araştırmaya başladı. Her gün yeni bir bilimsel gerçek keşfedildi, teknoloji gelişti, daha eşit ve daha insanca bir hayat isteği çok daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Ve bu günlere kadar geldik.
Eğer bugün bilgisayar karşısında bu yazıyı hazırlayabiliyorsak ve siz de okuyabiliyorsanız, geçmişte kendilerine dayatılanı kabul etmeyip araştıran ve onun öyle olmadığını keşfedip öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmaya çalışan bilim adamları sayesinde. Evet, Galileo Jüpiter’in aylarını incelerken aslında bugünkü bilimsel düşüncenin de önünü açıyordu.
Astronomi, temel bilimlerin ilk sırada geleni olarak kabul edilebilir. Çünkü gökyüzü, olağanüstü güzelliği ve gizemi ile ilkel insandan günümüz insanına kadar herkesin dikkatini çekmiştir.
Gökyüzünün çok geniş, incelenecek obje sayısının neredeyse sınırsız olması yüzünden, astronomi bilimi amatör astronomlara oldukça fazla ihtiyaç duyar. Çoğu bilim dalı, gerek karmaşıklığı, gerekse maddi külfeti dolayısıyla hiçbir zaman astronomi kadar amatörlere açık olmadığı gibi, amatörlerin bu kadar büyük katkıda bulunduğu başka bir bilim dalı da yoktur.
Bu yüzden olsa gerek, amatör astronomların kurduğu çok sayıda amatör astronomi topluluğu var. Bu topluluklar haricinde, bilgisayar ve internet teknolojisinin gelişimiyle amatör astronomlar daha rahat çalışma imkanı bulmaya başladılar. Fakat, büyük şehirlerde yaşayanlar için amatör astronomi, gözlem yapma problemleri yüzünden oldukça zor bir uğraş haline gelmiş durumda.
İnsanlık onbinlerce yıldır yıldızların rahatlıkla görülebildiği bir gökyüzü altında yaşarken, son 80-100 yıldır sokak ve şehir aydınlatmaları nedeniyle yıldızları göremeden yaşıyor.
Buna neden olan başlıca problem ise, “Işık kirliliği” adı verilen “kirlilik” türü. Işık kirliliği, şehir ışıklarının gökyüzünde yarattığı doğal olmayan aydınlanmaya deniliyor. Bu kirliliğin neden olduğu aydınlanma yüzünden geceleri yıldızları ve diğer gök cisimlerini görmek mümkün olmuyor. Bu kirliliğin boyutlarını görmek için yerleşim birimlerinden uzak, çevre aydınlatmasının olmadığı bir yerde gökyüzüne bakın. Gökyüzünün aslında ne kadar olağanüstü olduğunu görecek, bu kadar çok yıldız olmasına şaşıracaksınız.
Hatırlatması dahi tatsız olmasına rağmen, 17 Ağustos 1999 yılında deprem sonrasında gökyüzünün yıldızlarla dolu olduğunu gören halk, sonrasında ne zaman yıldızlı bir gökyüzü görse “deprem olacak” korkusuna bürünmeye başlamıştı hatırlarsınız belki. Bunun tek sebebi deprem anında elektriklerin kesilmesi sonucu ışık kirliliğinin ortadan kalkması ve yıldızların net bir şekilde görülmesi idi.
Neredeyse bütün bilim dalları iç içe olan astronomi en eski ama kendisini sürekli güncellemesiyle en yeni bilim dallarından biridir.
Geleceğin meslekleri arasında gösterilen uzay hukuku, uzay mimarisi, asteroid madenciliği gibi alanlarda ülkeler personel yetiştirmek istiyor ise astronomi eğitimine gerekli önemi vermek zorundadır. Adli astronomi de gelişmek için kendisine yatırım bekleyen adli bilim dalıdır.
Adli astronomi nedir ve ne iş yapar?
Adli astronomi, gökyüzünün geçmiş zamanlarda olan görünümünü ve gök cisimlerinin konumlarını göstermeye yarayan adli bilimin bir dalıdır. Adli bilimde, edebiyatta, tarihsel olaylarda ve sanat tarihinde adli astronomi kullanılmaktadır. Ülkemizde bazı davalarda astronomi, adaletin sağlanmasında katkı sağlıyor. Bu alanda Kandilli Rasathanesi’ne gerekli davalarda başvurular olmaktadır.
Örneğin; 1992 yılında bir asteğmen, bir yüzbaşına fiziksel şiddet uyguluyor. Asteğmen kendisini savunduğunda havanın çok karanlık olduğunu ve kişinin yüzünü göremediğini, bu nedenle onun bir er olduğunu düşünerek “dövdüğünü” ifade ediyor. Burada astronomi devreye giriyor ve kavganın olduğu gün Ay’ın dolunay evresinde olduğu belirleniyor. Bu bilgiden hareketle o tarihte hiçbir ışık kaynağı olmasa da insanların birbirlerinin yüzünün seçilebileceği anlaşılıyor.
Bir trafik kazası olduğunu düşünelim. Bu kazanın davası kazadan 3 ay sonra görüldü diyelim. Eğer kaza yapan kişi; “Hava çok karanlıktı, etrafta aydınlatmalar yoktu, bu yüzden göremedim” gibi bir ifade kullanıyorsa burada devreye yine adli astronomi giriyor. O dönemde Ay’ın hangi evrede olduğu önemli. Kaza yapan kişi asteğmenin durumuna düşebilir.
Van Gogh’un Tablosu ve Adli Astronomi
Van Gogh’un tablosu ile adli astronomi arasında bir bağlantı bulmakta zorlanmış olabilirsiniz. Ancak aslında, Van Gogh’un ünlü eserlerinden birisi olan Evening Landscape with Rising Moon tablosundaki gizem adli astronomi sayesinde çözülmüştür.
Vincent Van Gogh’un Evening Landscape with Rising Moon (Akşam Manzarası ve Yükselen Ay) tablosu
2003 yılında SWT fizik profesörleri Donald Olson ve Russell Doescher, İngiliz Profesör Marilynn Olson ile birlikte Sky & Telescope dergisinin Temmuz 2003 sayısında bu ünlü tablo hakkında bir makale yayınladılar. Tablonun tam olarak ne zaman resmedildiği bilinmemekteydi.
Bu tabloda ilk zamanlarda dağın arkasından Güneş’in battığı düşünülmüş. Tablonun üzerinde derin bir çalışma yapan bilim insanları; oradaki gök cisminin Güneş değil Ay olduğunu; Ay’ın doğmaya başladığını, tabloda yer alan buğdayın hangi tarihler arasında hasat edileceği, bu tabloda çizilmiş yerin gerçek bir yer olduğunu, Ay’ın resimde yer alan bölgeden tam olarak hangi günde doğacağını ve bazı diğer önemli sonuçları adli astronomi sayesinde bulabilmişlerdir. Benzer biçimde, geçmiş yıllarda oluşmuş meteor olaylarını incelerken de aslında yine adli astronomiye başvurmuş oluyoruz.
Astronomlar ve astrofizikçiler sürekli evreni incelemeye çalışırlar. Yıldızlardan vegalaksilerden alınan tek şey ışıktır. Bu ışığı inceleyerek yıldızlar, galaksiler ve diğer gök cisimleri hakkında bilgi edinmeye çalışırlar. Peki, burada astronomların yaptığı çalışmalar da adli astronomiye girmiyor mu? Belki ölmüş bir yıldızın kalıntısı hakkında bilgi edinmek ve bu ölümden sonra yakında yer alan komşu yıldızların nasıl etkilendiğini incelemek de mizansen bir açıdan adli astronomi olarak değerlendirebilir.
Hazırlayan:Sinan Koçak Düzenleyen: Kemal Cihat Toprakçı
NASA’nın son Mars yüzey aracı Perseverance, Mars yolculuğunun sonuna yaklaşıyor. Bu zamana kadar yapılmış en büyük Mars aracı olan Perseverance, 18 Şubat 2021 tarihinde kızıl gezegenin yüzeyine iniş yapmaya çalışacak.
Mars’a iniş yapmak oldukça zordur ve bu zamana kadar yapılan görevlerin yaklaşık %60’ıbaşarısız olmuştur. Perseverance’ın iniş şekli ise 2012 yılında başarılı bir şekilde Mars’a inen Curiosity aracının iniş şekli ile benzer olacak. Yani, aracın ısı kalkanı ve sahip olduğu paraşüt Perseverance’ı saatte yaklaşık 20.000 km hızdan saatte 4 km’den daha az bir hıza indirecek. Daha sonra ise bir “gökyüzü vinci” aracı yavaşça yüzeye koyacak.
Perseverance, kuru bir göl yatağı olduğu düşünülen Jezero kraterine inecek ancak tam olarak hangi noktaya iniş yapacağı bu aşamada bilinmiyor. Bu noktanın tam olarak tahmin edilememesinin sebebi ise Mars’ın atmosferine girildiğinde rüzgarların aracı sarsması ve bu durumun tahmin yürütmeyi zorlaştırmasıdır. Bu durumun üzerine arazinin engebeli olması da Jezero’yu iniş yapmak için tehlikeli bir yer haline getiriyor ancak Perseverance, zemine yaklaşırken fotoğraflar çekerek otonom bir şekilde güvenli bir iniş yeri bulmasına yardımcı olacak yeni bir navigasyon sistemine sahip.
Perseverance’in gökyüzü vinci ile Mars yüzeyine inişini gösteren animasyon. (Telif: NASA/JPL)
2012 yılında Curiosity’nin gerçekleştirdiği iniş, daha önce yapılmadığı için görev kontrolün başında olan bilim insanları bu durumu rahatsızlık verici bir “yedi dakikalık dehşet” olarak nitelendirmişti. Araç, iniş sırasında atmosfere girişten, paraşütünün açılmasına ve hatta zemine temas etmek için roket yardımıyla yapılan hava manevrasına kadar her şeyi kendisi yapmak zorunda kaldı. Çünkü iniş, Mars’tan Dünya’ya ulaşan sinyallerin gelme süresinden daha kısa bir süre içerisinde gerçekleşmişti. Perseverance için de aynı durum söz konusu olacak ve bütün Mars’a iniş görevleri başarıya ulaşamadığından aynı dehşet yine yaşanacak.
Perseverance’ın iniş detaylarına geri dönecek olursak, araç özel gökyüzü vinci ile birlikte yapacağı kontrollü inişten önce roketler ile yapılan manevralar aracılığıyla iniş alanı için son ayarlamalarını yapacak. Aracın tekerlekleri Mars toprağına değer değmez, vinç Perseverance’dan ayrılarak araçtan güvenli bir uzaklıkta gezegene çarpacak. Daha sonra rutin sistem kontrolleri her şeyin yolunda olduğunu belirlediği anda da araç çalışmaya başlayacak.
Perseverance’ın asıl görevi nedir? Neden bu aracı oraya gönderdik?
Mars 2020 Perseverance Gezgin aracı, NASA’nın bir zamanlar Mars’ta yaşam olup olmadığı konusundaki araştırmasını ileriye götürecek eski mikrobik yaşamın izlerini arayacak. Araçta Mars kaya ve toprak örneği toplayacak bir sondaj cihazı bulunuyor. Araç, gelecekte yapılacak bir görev ile Dünya’ya getirilip detaylı analizleri yapılabilsin diye bu örnekleri mühürlü tüplerde saklayacak. Perseverance, ayrıca Mars’ta gerçekleşecek insanlı keşif programlarının yolunu açmaya yardım edecek teknolojileri de test edecek.
Perseverance, Mars Keşif Programı’nın bilimsel hedeflerini destekleyecek dört tane amaca sahip. Bunlardan ilki, gezegenin yaşanabilir olup olmadığını araştırmak. Yani kısaca geçmiş çevre koşullarının mikrobik yaşamı destekleyip desteklemediğini belirlemeye çalışacak. İkinci amacı, biyolojik imzalar aramak. Özellikle de zaman içinde yaşam belirtilerini koruduğu bilinen özel kayalarda, olası geçmiş mikrobiyal yaşamın işaretlerini arayacak. Üçüncü amacı da kaya ve toprak numunelerini toplayarak Mars yüzeyinde onları saklamak. Dördüncü ve son amacı ise insanlı keşiflere yardımcı olacak Mars atmosferinden oksijen üretimini test etmek.
Perseverance’ın uzun menzilli hareketlilik sistemi, aracın Mars yüzeyinde 5 ila 20 km arasında yol kat etmesine olanak veriyor. Ayrıca bu araç ile getirilen bir diğer yenilik de daha yetenekli bir tekerlek tasarımıdır.
Mars’ta Bir İlk Daha: Mars Helikopteri Ingenuity
Perseverance, aslında ufak bir sürprize de sahip. Araç, Mars yüzeyine indikten sonra alt kısmından çıkaracağı ufak bir helikopteri de Mars ile tanıştıracak. Ve bu helikopterin adı da Ingenuity. Eğer helikopter çalışmayı başarırsa, bizim için tam bir Wright Kardeşler anı olacak, çünkü bu zamana kadar Dünya atmosferi dışında hiçbir yerde helikopter uçurmayı denemedik.
Ingenuity’nin NASA tarafından yapılan görsel tasviri.
Ingenuity, sadece bir teknoloji tanıtımı olacak ve çok ince Mars atmosferinde (Dünya atmosferinin %1’i yoğunlukta) en fazla 15 dakika kadar uçabilecek. Ancak bu helikopter başarı ile çalışırsa gelecekte ulaşılamayan yerlere gitmek için bu tarz helikopterler kullanılabilir. Ayrıca daha sonra göndereceğimiz araçlar ve astronotlar için kılavuz olması adına da bu helikopterlerden faydalanabiliriz.
Ingenuity dışında araçta başka bir teknoloji tanıtımı daha mevcut. Bu aygıt, Mars’ın zayıf atmosferinde yer alan karbondioksitten oksijen elde etmek için kullanılacak ki bu teknoloji önemli çünkü gelecekte oraya gidecek kaşiflerin Mars’ta hayatta kalabilmeleri için bu gerekli olacak.
Hazırlayan: Burcu Ergül Düzenleyen: Kemal Cihat Toprakçı
Türkiye Uzay Ajansı (TUA), 9 Şubat 2021 Salı günü iki yıldan uzun süredir duyurulması beklenen programını ve yol haritasını açıklandı.
Açıklamada dile getirilen olan proje ve hedefleri, Kozmik Anafor Youtube kanalında, Dr. Umut Yıldız, Prof. Dr. Lokman Kuzu, Prof. Dr. Yurdanur Tulunay, Prof. Dr. İbrahim Küçük, gibi uzmanlar eşliğinde canlı yayında yorumladık. Milli uzay programını detaylıca öğrenmek için, aşağıdan veya bu linkten ulaşabileceğiniz yayınımızı izleyebilirsiniz.
Ülkemizde Uzay Ajansı kurulması hedefi 57’nci Hükûmet döneminde gündeme gelmiş, 2000 yılında oluşturulan “Vizyon 2023” perspektifi de Türkiye’nin uzay çalışmalarına yönelik bir öncü olmasını da ortaya koymuştur. Akabinde 26 Şubat 2001 tarihinde Millî Güvenlik Kurulu kararı, daha sonra 2 Mart 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile “‘Türkiye Uzay Kurumu” kurulması için çalışma başlatılmıştır. 15 Mayıs 2002 tarihli Başbakanlık genelgesiyle TÜBİTAK görevlendirilmiştir. 2017 yılında meclise iletilen Türkiye Uzay Ajansı kanun tasarısını, bu linkteki yazımızda detaylıca incelemiştik.
Türkiye Uzay Ajansı’nın, ülkemiz açısından oldukça önemli olan uzay ve havacılık sektörlerinde teknolojide dışa bağımlı olmayan, rekabetçi bir sanayinin geliştirilmesi, uzay ve havacılık teknolojileri alanında bilimsel ve teknolojik altyapıların ve insan kaynaklarının geliştirilmesi, uzay teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması, ülkemizin uzaya yönelik hak ve menfaatlerinin korunması yolunda başarılı olmasını temenni ederiz.
3 Şubat 1984 yılında fırlatılan Challenger Uzay Mekiği ile gerçekleştirilen, STS-41b görevinin bize verdiği en ikonik görsel, astronot Bruce McCandless’in Dünya üzerinde araca bağlı olmadan uzay yürüyüşü yaptığı fotoğraf oldu.
McCandless, ABD ile SSCB arasındaki Ay yarışının ortasında hızlanan uzay programlarına katılmak için 1966 yılında seçilen 19 astronotun yer aldığı prestijli bir grup olan 5. Astronot Grubu’nun bir üyesiydi. Ayrıca Challenger astronotları arasında Apollo, Skylab ve Uzay Mekiği programlarına muazzam katkılarda bulunmuş ve bu görevin kumandanı da olan Vance D. Brand de bulunuyordu. Brand ve McCandless dışında ekipte pilot Robert L. Gibson ile görev uzmanları olan Robert L.Steward ve Ronald E. McNair yer alıyordu.
Brand’in kumandanlık yaptığı ilk görev olan STS-5 ile ticari uyduların taşınıp yerleştirilmesi planlanmıştı. Uydu yerleştirilmesi başarılı oldu ancak, astronot kıyafetlerindeki problemler sebebi ile planlanan uzay yürüyüşleri yapılamayıp iptal edildi. STS-41b görevinde ise durum tersi oldu. Mürettebatın görevin başında iki iletişim uydusunu yerleştirmeyi başarmasına rağmen iki uyduda da bulunan takviye roketlerin sadece 20 saniye sonra beklenmedik şekilde kapanmasından dolayı bu uydular yere eş zamanlı yörüngeye ulaşamadı. Fakat diğer yandan uzay yürüyüşleri ise olağanüstü bir başarıya ulaştı.
7 Şubat’ta ve daha sonrasında 9 Şubat’ta McCandless ve Steward ‘İnsanlı Manevra Birimlerini” taktılar ve hiç bir yere bağlı olmadan uzayda yürüyüşe çıktılar. Bu İnsanlı Manevra Birimi, yaklaşık 85 cm genişliğinde, 72 cm derinliğinde ve 127 cm uzunluğundaydı. Alüminyum çerçevesi, nitrojen (azot) ile doldurulmuş iki tane kevlar kaplı alüminyum tankı barındırıyordu. Bu da altı saatten uzun bir uzay yürüyüşü için yeterli bir itici güçtü.
McCandless ve Steward, mekikten yaklaşık 100 metre uzaklaştı ve bir çok kere bu mesafeyi gidip döndüler. Hem astronotlar hem de mekik saatte yaklaşık 18,000 mil hızla yol alıyorlardı. Uzay yürüyüşündeki rollerini bir çok kez pratik yapan mekiğin içerisindeki ekip ise, astronotların hareketlerini Challenger’ın radarı ve diğer aygıtlarıyla izlediler.
Eğer uzay yürüyüşü yapan astronotlar arıza sonucu uzaklaşmaya başlasaydı Brand’ın onları takip edip mekiğe manevra yaptırmak gibi bir planı vardı. Bu sayede de McCandless ve Steward, kendilerini güvenli bir şekilde kollara tutunarak manevra yapabilecekleri mekiğin yük bölmesinde bulacaklardı. Neyse ki yürüyüşlerde bu tarz beklenmedik bir durum oluşmadı. Bir fotoğraf tutkunu olan Gibson ise bu yürüyüşün ikonik karelerini fotoğrafladı.