Kariyer biliyorsunuz meslek hayatı demektir. İnsan çoğunlukla bu hayatını kendisi belirleyemez. Bir sürü etken vardır. bu yazıda size akademik kariyer için çalışanların gittikleri yolu özetlemeye çalışacağız.

Üniversitede her ne konuda çalışırsanız çalışın, o konunun mutlaka öğreticisi veya hocası olduğuna göre, konunun akademik çalışmaları da vardır.  Örnek verelim: Mütercim-Tercümanlık bölümünde okudum. Akademik yapabilir miyim? Evet. Eczacılık okudum, yapabilir miyim? Evet. Öğretmenlik okudum. İlkokul öğretmeni oldum. Akademik yapabilir miyim? Evet. Bunların hepsinin akademik çalışması olur. Demek ki üniversitede hangi bölümde okursak okuyalım, o bölümün bir akademik çalışması oluyormuş.

Akademik çalışma yapmak istiyorsanız (yani bilim insanı olmak istiyorum diyorsanız) baştan bazı şeyleri göze almanız ve yaptığınız şeyin farkında olmanız ve gittiğiniz yolun nereye çıktığını bilmeniz çok faydalıdır. Bu yola girecekseniz şunu bilin ki bu yol çetrefillidir, ücretler düşüktür, hedefe varmak azim ister. İflahınızı keser. Aslında zengin işidir.

Yüksek lisans ve doktora süreci

Üniversite bitti. Asistan olursunuz. Böylelikle master dersleri alırken size bir miktar maaş verirler. Ancak Türkiye’de bir de hocaların kahrını çekmek zorundasınızdır. Her hoca için geçerli olmasa de genel kanı bu şekildedir. Derslerin recitation dediğimiz pratik oturumlarını yaparsınız, sınav kağıtlarını okursunuz, hocanın bir kısım isteklerini yaparsınız, bir de araştırma yaparsınız. Ama unutmayın esas işiniz araştırma yapmak.

Bilime katkı yapmanız lazım. Bunun başka yolu yok mu? Var. İşe girersiniz, çalışırken master yaparsınız. Ancak çok zordur. Hakkını veremezsiniz. Öylesine bir master biter. Yayın çıkmaz. Şimdi süreci kısa kısa özetleyelim.

Yapacağınız akademik kariyer için rekabet etmeniz gereken sizinle aynı süreçlerden geçmiş binlerce kişi olduğunu unutmayın. Hatta sadece Türkiye’deki binlerce kişiyle değil, dünya genelindeki onbinlerce kişiyle de rekabet halinde olacaksınız.

 

Akademide işin ilk adımı yüksek lisanstır (ya da master diyelim). Bunun için en az 11-12 ders alırsınız. Bir konuda uzmanlaşırsınız. Bu da yaklaşık 2 yıl sürer. Hızlı gidip 1.5 yılda bitirenler de olur. Çok bir önemi yoktur. Önemli olan konuyu anlamak ve uzmanlaşmaktır. Master’da tez zorunluluğu olmayabilir. Tezli yapmak veya tezsiz yapmak denir. Tezli yapmak daha iyidir.

İkinci adım doktora kısmıdır. Ancak doktorada mutlaka tez vermeniz gerekir. Hem de bilim dünyasına katkı yapmanız ve bu tezden doğacak en az bir yada iki journal yayını yapmanız gerekir. Konferans yayını yapmanız yeterli kabul edilmeyebilir. Master bittikten sonra yaklaşık 6 ders daha alırsınız. Artık bu dersler ileri seviye (Advanced level) derslerdir. Zordur. Kafa patlatırsınız.

Bu dersler bitince 3 sınava girersiniz. Bu sınavlara Qual diyoruz (qualification exams). Ayrıca bir de sözlü sınav yapılır (mülakat). Böylelikle Doktora tezi yapmaya kabul alırsınız. Sonra bir konu belirler ve bu konuda çalışma yapmaya başlarsınız. Önce literatür taraması yaparsınız. Sizin yaptığınız konuyu bir başkası çalışmış mı? Yeni birşeyler sunmanız beklenir.

Konuyu biraz olgunlaştırınca hocalar ekibine (4-5 hoca) bunu sunarsınız. Buna teklif (proposal) diyoruz. Yani konumuzu teklif ettik komiteye. Komite kabul eder veya değişiklik ister. Doktora hocanız kimse bu konuyu olgunlaştırmadan zaten komiteye getirmez. Bu kısım kabul edildiyse Ph.D. candidate oluruz. Doktora adayı.

Bunu da geçtikten sonra Tez çalışmasını yapar, tezi yazarsınız. Sonuçları yorumlarsınız. İşin en zor kısmı burasıdır. Bilimsel bir çalışma, yeni bir şey ortaya koymanız beklenir.

İşin sonunda yaptığınız çalışmadan hocalara bir kopya gönderir ve Doktora Savunma (Ph.D defense) yaparsınız. Bu savunma için hocaları bir araya getirmek epey zordur. Nazlanırlar. Sizin için vakit ayırmak istemezler. Ayrıca savunma sırasında size sorular sorarlar. Bunları bilmeniz beklenir.

Eğer tez konusu zayıfsa sizden majör veya minör değişiklik isterler. Genelde savunmadan sonra doktoranı aldın, hayırlı olsun denmez. Komite kararını verir ve istediği değişikliği yapmak kaydıyla doktoranı kabul eder. Evet bu kısmın sonunda Dr. olduk. Ph.D yazabiliriz artık ismimizin başına. Ne demek? Philosophy of Doctorate. Yani kendi konumda artık felsefe yapacak durumdayım. Hemen yayın yapmamız gerekiyor. Uluslararası ilgili kuruluşlara yaptığımız çalışmaları gönderip yayın yaparız. İleride bu yayınlar bize lazım olacak.

Yayın… Yayın… Yayın..! Olabildiğince çok makale yazmak ve yayınlamak zorundasınız.

 

Bu normal süreçtir. Bazen proposal sonucunda yeterli bir çalışmaya ulaşamadığınız için doktora konusunu değiştirenler vardır. 2 sene kafadan gitmiştir. Hatta hoca değiştirenler olur. Onun için burada dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır:

İlki, size yardımcı olacak bir hoca bulmaktır, hoca size vakit ayıracak, sizi sürükleyecek, itecek, yol gösterecektir. İkincisi, iyi bir konu seçmektir. Bu konuyu çok challenging (zor, kapsamlı, kendinizi aşan) seçerseniz işiniz uzar. İyi bir literatür taraması yapıp konuyu o şekilde seçmeniz lazım. Eğer bir başkası sizden önce konunuzu alıp bitirirse o da doktora olmaz. Gene zaman kaybedersiniz. Konu değiştirmek zorunda kalırsınız.

Doçentlik ve profesörlük serüveni

Diyelim doktora bitti, yayın yaptık. Eee sonra? Bir üniversiteye gidip Post-Doc (doktora sonrası çalışma) yapabiliriz. Veya başka bir üniversiteye gidip kadrosuna girebiliriz. Sizi Yardımcı Doçent yani Assistant Professor olarak işe alırlar (birkaç yıl önce yardımcı doçent ünvanı kullanımdan kaldırıldı. Ama kendinizi yardımcı doçent gibi hissederek mutlu olabilirsiniz). Bundan sonra yapmanız gereken ders vermek ve yayın yapmaktır.

Yeterince yayın sayısına ulaşınca YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu)’na doçentlik için başvurursunuz. Onlar sizden yayınlarınızı ister, kurul belirlenir ve sizi sözlü mülakata alırlar. Bu kısım çok uzun sürer. Başvurudan sonra 1-2 yıl. Sözlü sınavı geçerseniz kurul sizi artık kral ilan etmiştir, Doçent olursunuz. Ancak yayınlara devam. Ders vermeye de devam.

Ünvanınız Doçent Dr.’dur. Üniversitede 5 yılı tamamlarsınız. Sonra kadro varsa size Profesörlük ünvanı verirler. Full Profesör olursunuz. Genelde tam randımanlı giden talebeler (hiç piyasada çalışmamış, başka şeylerle vakit kaybetmemiş olanlar) 38 yaşında Profesör olurlar. Çok azdır bunlardan. Diğerleri ise 45-50’li yaşlarda bu makama gelirler. Ancak bu arada aldıkları maaşlar hep düşüktür. Tübitak projesi yapanlar veya şirketlere danışmanlık yapanlar biraz iyidir.

Profesör olduktan sonra artık ders verirsiniz, danışmanlık yaparsınız, mesleğinizin zirvesindesinizdir. Genelde kitap yazarlar, yayın yaparlar. Elinde konu bulunan hocalar uluslararası piyasada isim yapar.

İyi bir akademisyeni veya profesörü belirleyen nedir?

Yayınlardır. Yaptığı yayınlar Journal’larda yayınlanıyor ve atıf alıyorsa iyidir. Bir üniversitenin değerini belirleyen de hocaların kalitesidir. Çok yayın, çok köfte. Konferans yayınları Journal kadar değerli değildir. Journal’ların dereceleri vardır. A, B, C sınıfı gibi. Ne kadar çok journal yayını (Scientific index’e girmiş), o kadar iyi bir şey. Bilim insanı olmak üretmeyi, atıf almayı gerektirir.

Genelde yeni teknolojileri çalışan hocalar şanslıdır. Konu bulmakta zorlanmazlar. Ben gibi mikrodalga, anten konuları çalışanlar için durum daha zordur. Neredeyse 150 yıllık konudur. Mesela kablosuz (wireless) teknolojileri çalışanlar daha rahat yayın yaparlar. 3G, 4G, LTE filan. Tıp doktorlarının yayın yapmaları daha kolaydır. Her bir vakıa yayın olabilir nitelikler taşır.

Son olarak tavsiyem:

  1. Genç arkadaşlar eğer akademik düşünüyorlarsa yayınları da en baştan düşünmelidir, sonra yayın yaparım dememelidir.
  2. Doktora konusu dikkatli seçilmelidir.
  3. Akademik çalışma belli yaşlardan sonra insana ağır gelir. Herşey zamanında yapılmalıdır. Gençken…

Akademik çalışma bizim büyüklerimizin de özellikle tavsiye ettikleri bir yoldur vesselam.

Hazırlayan: Prof. Dr. Lokman Kuzu