Panspermia, yaşamın Dünya’ya uzaydan veya uzaydaki başka gezegenlerden/göktaşlarından geldiğini ileri süren bir kuramdır. Oldukça sağlam temellere dayanır fakat çoğunlukla yanlış anlaşılıyor ve yanlış anlatılıyor.

Yaşamın uzaydaki başka cisimlerden Dünya’ya geldiği “fikri“, illa ki yaşamın kendisinin, yani yaşayan bir organizmanın başka bir yerden gezegenimize gelip evrimleştiği anlamına gelmiyor. Yaşamın var olmasını sağlayacak yahut kolaylaştıracak bileşiklerin yeryüzüne (veya herhangi bir gezegene) sonradan gelmiş olması da bu teori kapsamındadır. 

Hatta bu teori kaçınılmaz olandan bahseder ve cevapsız kalan birçok soruya da gayet doyurucu cevaplar verir. Kısacası, öyle boş bir teori değildir. İşi magazinleştirmeden, kısır tartışmalardan uzak, temel birkaç bilgi verelim:

Dünya büyüklüğünde bir gezegende, bugünkü “bildiğimiz” yaşamın oluşabilmesi için gerekli olan maddelerin birçoğu (başlangıçta gezegen çok sıcak olduğundan) bulunamaz veya oluşamaz. En azından, şu anki teorilerimiz böylesi bir durumu zorunlu kılıyor.

spermiacomet
Göktaşları ve kuyruklu yıldızların gezegenlere çarpması sadece büyük yıkımlara yol açmaz. Aynı zamanda, gezegenlerde hayat için gerekli olan su gibi önemli bileşiklerin taşıyıcısı konumundadırlar.

Elbette bu konuda emin değiliz ancak, oluşum teorilerimize göre yeryüzünde yaşamı ortaya çıkarabilecek karmaşık moleküllerin bir kısmı burada oluşamıyor. Öyleyse yaşamı oluşturmaya temel teşkil edebilecek olan karmaşık moleküllerin bir kısmı, sonradan Dünya’ya bir şekilde gelmiş olmalı.

Örneğin, bugün yeryüzünde var olan miktarda suyun, dünyanın oluşum süreci içindeki aşırı sıcak ortamda korunması mümkün değil. Eğer dışarıdan bir su takviyesi olmamış olsaydı, suya bağımlı bildiğimiz bugünkü yaşamın oluşması mümkün olamazdı. Zaten yapılan araştırmalardan da anlıyoruz ki, yeryüzünde şu anda var olan suyumuz yaklaşık 3.5 milyar yıl önceki, milyonlarca yıl süren yoğun bir göktaşı / kuyruklu yıldız bombardımanı sayesinde yeryüzünde birikme imkanı bulmuş.

Aynı şekilde, yaşam için gerekli olan bazı aminoasitlerin yapı taşları ve çeşitli organik moleküllerin uzayda göktaşları üzerinde, hatta yıldızlararası boşluktaki gaz ve toz bulutlarında rahatça oluşabildiği uzun zamandır yapılan gözlemlerle biliniyor.

Bizler yıldız tozuyuz. Ancak, varlığımızı sağlayan bileşikler sadece bu gezegene özgü yıldız tozlarının ürünü değil. Bu yapı taşları uzayda kozmik ışınların altında veya buzlu bir göktaşınının yüzeyinde oluşabiliyorlar (Fotoğraf Telif: www.depositphotos.com).

Sonrasında ise, gezegenler harici ortamda oluşan bu yaşamsal moleküllerin bir kısmının göktaşları vasıtasıyla, yaşam kuşağı üzerindeki gezegenlere (bizim örneğimizde Dünya) yayılıp ilk canlıların oluşumunda rol oynaması bir düşük olmayan bir olasılık. Hatta belki de, yüksek bir olasılıkla (Dünya harici yaşam varsa) hep böyle oluyor.

Özetle, panspermia görüşüne göre yaşam yeryüzüne göktaşlarıyla birlikte gelen ilkel tek veya çok hücreli organizmalarla gelmiş olabilir. Yine bunun yanında illa ki canlı organizmanın gelmesi gerekmiyor. Sadece organik moleküllerin yeryüzüne göktaşlarıyla gelmesi sonucunda, yaşam yeryüzünde doğal bir evrim süreci ile oluşmuş olabilir.

Not: Panspermia, kayda değer argümanları olan bir “fikirdir”. Yeryüzünde yaşamı oluşturmayı sağlayabilecek, evrimi tetikleyebilecek moleküllerin nasıl gelebileceğine yönelik, sağlam bir vizyon sunar. Bu vizyonu, günümüzde hem Dünya’da, hem de diğer gezegenlerde gözlemleyerek, bu fikrin doğruluğunu araştırıyoruz. 

Hazırlayan: Zafer Emecan